Türkiye’de sigorta sektörünün büyüklüğünü, finansal sistem içerisindeki yerini ve gelişme trendini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de sigorta sektörü maalesef hak ettiği noktada değil. Oysa sınai ve ticaret işletmelerinin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için mevcut yapılarının korunması ve bugün ülkemizde yaşadığımız deprem gibi afetler olduğunda da tekrar ayağa kalkabilmek için sigortacılık çok önemlidir. İş adamları mevcut fabrikasını, ticarethanesine bir şey gelecek kaygısı ile hareket ederlerse yatırım yapamazlar, yatırımlarını güveni duygusu içinde yapmak isterler. Örneğin fabrikama bir şey olursa ben mahvolurum; bütün yatırımımı buraya yaptım gibi düşüncelerle hareket ederse bu kaygıyı taşırsa fabrikayı geceleri de gelip kontrol etmesi lazım. Niye çünkü bütün malvarlığı olan o fabrikaya bir şey olduğu zaman belki iflas edecek. Bu durumun oluşmamasında sigortacılığın çok büyük ve görünmeyen bir fonksiyonu var. Şu anda ülkedeki tüm ticari işletmeler mutlaka bir sigorta tarafından teminat altına alınmıştır. Sigorta, ekonomik kaybınız olduğunda onu karşılayan bir sistem. Böyle olunca da patron artık rahat ediyor, nasıl olsa sigortam var diyor ve faaliyetlerini daha rahat bir şekilde yapıyor. Özetle, sigorta ticari faaliyetlerin güven içinde kalabilmesi için bir şemsiye görevi yapıyor. Dikkat ederseniz kitaplarda, hatta benim de bir kitabımda öyledir; şemsiye kullanıyoruz. Nedeni şemsiyenin yağmurda korunmak fonksiyonu varsa sigortacılığın ekonomiye böyle bir fonksiyonu var. Bütün malvarlıklarını, ekonomik değerini ifade eden bütün varlıkları garanti altına aldığı için bu şemsiyenin büyüklüğünü trilyon dolarla ifade edebiliriz. Sigorta sektörünün bir önceki sene aktif toplamları 105 milyardı. 2022 yılında %123 artışla 235 milyara gelmiş. Dolar cinsinden bakarsak 12,5 milyar dolar varlığı olan bir sektör. Böyle baktığımızda toplam gayrisafi milli hasıladaki payı %2 civarında oluyor. Sağladığı güvence karşılık daha küçük bir sektör görüntüsü veriyor. Dünyada böyle mi? Hayır, dünyada böyle değil batı ülkelerinde gayri safi milli hasıladaki payına baktığımızda ortalama %8’lere ulaştığını görüyoruz. Hatta bazı ülkelerde %15’lere kadar gider. Bu çok büyük bir rakam, dolayısı ile sigortacılık bu ülkelerde çok büyük bir sektördür. Bunun çok çeşitli nedenleri var. Şöyle basit örnek vereyim: Ben bir işe girip, maaş almaya başladığım zaman sigortalayacak bir şeyim yoktu. Bir süre sonra Türk insanının genel yapısı gereği tasarruf yapıp hemen araba aldık. Bu andan itibaren sigortayı düşünmeye başladık, ilk zorunlu olduğu için trafik sigortası yaptırdık, akabinde de arabam çalınırsa veya kaza yaparsam belki 5 yıllık tasarrufum gidecek korkusuyla kasko sigortası yaptırdım. Özetle, benim sigorta ihtiyacım maaş almaya başladıktan yaklaşık 5 yıl sonra başladı. Biraz daha durumun düzelince düzenli sağlık sigortası yaptırdım, sonra biraz daha düzelince evim oldu; evimle ilgili konut, eşya ve deprem sigortası yaptırdım. En sonunda da bana bir şey olursa, çocuklarımın hayatını garanti almak için hayat sigortası yaptırdım.
Türkiye’de Sigortacılık sistemi; son yıllardaki ivmeye rağmen yeterince gelişmemiştir. En önemli etken sigorta bilinç düzeyinin ve gelir düzeyinin düşüklüğüdür. Sigortacılık öncelikle ekonomiye bağlıdır, kişilerin ekonomik durumu oldukça, sigorta yaptırıyorlar. Diğer taraftan ekonomik durumu olduğu halde sigorta bilinci düşük olduğu için hâlâ arabasına kasko, evine konut sigortası, çocukların geleceği için hayat sigortası yaptırmayan çok insan var. Mesela biz hayat sigortasını Batı’nın düzeyine getirirsek bugün sigorta sektörünün aktif toplamı 12,5 milyar dolar değil; 25 milyar dolar olurdu. Mesela depremlerde gelir getiren kişi vefat ederse; deprem dışında aile ikinci büyük bir felaketi yaşar; zira belki evleri yıkıldı, ayrıca bundan sonra artık gelir getirecek kişileri de yok. Örneğin gelir getiren babaydı ve depremde öldü, bu durumda anne ve iki çocuk devlet ve akrabalar tarafından desteklenseler bile eski ekonomik durumlarına gelemezler. Bu noktada hayat sigortası çok önemli. Ben doksanlarda İngiltere’de dil eğitimi için gittiğimde kaldığım ailede “siz çocuklarınızın geleceği için ne yapıyorsunuz’’ diye sorduğumda “iyi okullarda okutuyoruz, başka yatırım yapmıyoruz’’ cevabını aldım. Ben ise bizler apartman yapar; birinci katı kızıma ikinci katı oğluma verecek şekilde yatırım yaparız. Güldüler ‘’bizde öyle bir şey yok, biz en iyi okulda okuturuz üniversite sonrası işe girer işini düzenini kurar, başka bir şey yapmayız; onlar kendi hayatına biz ise kendi hayatımıza yatırım yaparız, gezeriz.’’ hakikaten baktığımda dünyayı geziyorlar. Peki bu arada çocuklar büyümeden siz ölürseniz ne olur? ‘’ diye sordum, güldüler ve “ölürsek çocuklarımız sevinebilir, zira 1.000.000 pound eşimin de 500.000.000 pound hayat sigortası var’’ dediler. Özetle sevdiklerin geleceğini sigorta ile güvenceye alıyorlar, akabinde de kendi hayatlarının geri kalan kısmını daha kaliteli hale getirmek için çaba gösteriyorlar. Hayat sigortası konusunda bizim çok çalışmamız lazım. Toplam 231 milyarlık lira bir üretim var. Bunun 30 milyarı lirası hayat sigortacılığından, yani 200 milyarı da hayat dışı sigortacılığından. Benim 10 yıl öncesinde hayat sigortam yoktu ama bilincim ve ekonomik çıtam yükselince artık hayat sigortam var, bugün yaklaşık 20.000 TL yıllık prim ödüyorum. Ama köydeki, Ankara’daki evimde yangın, hırsızlık olur korkusu yaşamıyorum. Üç sene önce bir milyona hayat sigortası yaptırmıştım. Ben ölürsem eşim bu parayla bir ev alır ve kirasıyla rahat geçinir diye düşündüm. Ama şimdi bir milyona Sakarya’da bir ev alamazsın böyle bir duruma düştü. Dolayısıyla ben onu 5 milyona 10 milyona yükseltmem lazım. Diğer taraftan, kişi başına düşen milli gelirin 15-20 Bin Dolar olacağını düşünüyorsanız, böyle bir öngörünüz varsa başka sektöre girmeyip en hızlı büyüyecek sektör olan sigortacılık sektörüne yönelmenizi öneririm. 27 ilde müfettişlik ve Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda yöneticilik yaptım. Sektörün içinde kitaplarım yayınlarım var. Bu konuyla ilgilenen arkadaşlara bu noktada yardımcı oluruz.
Son birkaç aydır bireysel emeklilik sözleşmeleri çok tartışma konusu oldu. Bu sistemin kapsamının klasik olarak SGK’lı birisinden ne gibi farklılıkları, avantajları, dezavantajları oluyor? İnsanlar avantajların çoğundan haberdar ancak dezavantajlarına adapte değiller. Bu konudan biraz bahsedebilir misiniz?
Bireysel emeklilik aslında sigorta sektörüyle ilişkilendiriliyor; ama kesinlikle alakası yok. Sigortacılığı şöyle tarif edeyim: bin kişiyiz hepimizin arabası var, bizlerin arabamızın çalınması veya hasarlanması risklerine karşılık sigorta şirketi diyor ki, Mehmet Atik Bey siz 1.000 TL verin, Pınar Akyol Hanım siz 2.000 TL verin. Mesela benim arabam sizinkilerden daha lüks ise Metin beye siz de 5.000 TL verin diyor; bu şekilde para topluyorlar. 1.000 kişiden topladıkları bu para ile bir havuz yapıyorlar. Sonra bunlardan 50-60 kişinin arabasında hasar olduğunda o hasarlar havuzdan ödenir. Bu havuzun dışında artı değer yaratılmaya çalışılıyor. O da bu işi yapan sigorta şirketinin kârıdır. Sigortacılık eşittir organizatörlük de diyebiliriz. Yine sizin paranızla sizin hasarınızı ödüyor; böyle bir sistemdir. Ama riskleri vardır. Mesela parasını toplar hiç hasar olmaz para tümüyle şirkete kalabilir yani teorik olarak olabilir ya da 1.000 kişinin de hasarı olur bu sefer çok ciddi zarar edebilir, patron para koymak zorunda kalabilir.
Ama bireysel emeklilik sistemi öyle değil. Dünyada iki çeşit bireysel emeklilik vardır. Birisi belirli fayda esaslı ikincisi belirli katkı esaslıdır. Bizdeki bazı sandıklar belirli fayda esaslıdır mesela Oyak sandığı, Merkez Bankası Sandığı gibi. Bu sandıklar diyorlar ki, maaşınızın 1.000 TL’sini bana verin emekli olduğunuzda size ölene kadar örneğin 10.000 TL maaş bağlayacağız. Sizden 1.000 TL alıyor 65 yaşında emekli olduktan sonra 10.000 TL maaş bağlıyor. Sizden aldığı 1.000 TL’yi yatırıma sevk ediyor; sonrasında zamanı gelince size maaşınızı ödüyor. Bu şekilde çalışan emeklilik şirketleri ise size maaş olarak ödeyeceği rakamın üstüne de kendisine kâr yaratmaya çalışıyor. Amerika’daki bireysel emeklilik şirketleri de böyledir. Birçok ülkede özel emeklilik sistemler vardır, kamu emeklilik sistemleri yoktur. Bazen bu emeklilik şirketlerinin battığını duyarız. Çünkü almış olduğu 1.000 lirayla 10 binler karşılayamaması durumunda açığı ortaya çıkar. Bizdeki bireysel emeklilik sistemi ise belirli katkı paylı sistemdir. Sizden bir para alınıyor ve o para yatırıma sevk ediliyor. Bu getirinin bir kısmını şirket alıyor, geri kalanını da size iade ediyor. Aslında gerçek kanunun adın bireysel emeklilik sistemi değil, bireysel yatırım, tasarruf ve emeklilik sistemidir. Yani aslında kısaca bireysel emeklilik adıyla anılan gerçek bir emeklilik sistemi değil. Biz Türk halkı olarak yatırım yaparken, bilezik alıyoruz gayrimenkul alıyoruz ama bu öyle değil profesyonel fon yöneticileri tarafından sermaye piyasalarında ve para piyasalarında yatırım yapılmakta, bu yöneticiler sizin paranızı sizden daha iyi değerlendirmeye çalışıyorlar. Bankadan %10-20 faizle alacağıma bireysel emeklilik sistemine geleyim bu bana daha iyi kazandırır düşüncesiyle buraya girmek lazım. Ama devlet, bizim vatandaşımızın yatırım bilinci düşük olduğu için onlara teşvik olsun diye bu sistemi destekledi. Bu sisteme katıldığınızda devlet %30 teşvik veriyor. Daha önce %25‘lerdeydi. Bu sistemin birçok faydası olduğu için devlet teşviki artırdı. Burada konu ortasında bir parantez açmak istiyorum. Bizim ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde önemli bir sorunu; yeterince kaynak olmamasıdır. Mevcut kaynaklarda dağınık, şöyle Mehmet Bey ile bende para var, Pınar hanım ise iş kurmak istiyor ama parası yok. Biz bir şekilde bir sistemi üzerinden elimizdeki paraları borç şeklide Pınar Hanıma aktaracağız; o da dükkân-fabrika açacak ve işi büyütecek ekonomiyi büyütecek. İşte bu iç kaynak sorunu yani paraya ihtiyacı olanlarla parası fazla olanların hepsini bir platformda buluşturursak ülke ekonomisi daha iyi gelişir. Diğer taraftan, ülkemizdeki bütün iç kaynakları toplasak bütün ihtiyaçlarımızı karşılayamaz. Bu durumda 3 şey yapabiliriz: bir; tasarrufu arttırabilir yani tüketimimizi kısarız bu noktada kaynak yaratmaya çalışırız, iki; verimliliği artırabiliriz daha önce makineden 100 çorap üretimindeyken 110 çorabı üretebiliriz Üçüncü de, dışarıdan kaynak getirebiliriz başkasının yurt dışından gelen kaynağıyla bu işi yapabiliriz. Bu üçüncü konuda son 10-15 senedir iyi değiliz. Devlet diyor ki bu durumda en iyi seçeneklerden biri tasarruf arttırmak; bu da bireysel emeklilik sisteminin geliştirilmesidir. Siz 100 TL verin ben de 30 TL vereyim diyor. Banka’ya gittiğiniz zaman size faizi %11, %12 oranında verecek ama bireysel emekliliğe girdiğiniz vakit size devlet zaten %30 garanti ediyor. Ama bu %30’un da şartları var: Sistemde kalma şartı. İlk üç yıl sistemin içinde kalırsanız devletin vermiş olduğu parayı hak ediyorsunuz. 3-6 yıl kalırsanız %15’i, 6-10 yıl kalırsanız %35’i, 10 yıldan fazla kalırsanız da %60’ı,10 yıl+ 56 yaşını doldurduysanız o zaman da %100’ünü hak ediyorsunuz. Ayrıca süre içinde ölürseniz veya %60 oranında sakat kalırsanız da devlet katkısını %100 hak ediyorsunuz. İnsanlar bunları çok bilmiyorlar; bu önemli bir eksiklik. İkinci bir hata da bu sistemde uzun kaldıkça devlet katkısını daha fazla hak ettiğiniz için ev gibi temel ihtiyaçlarını tamamlamadan bu isteme girenler daha sonra erken çıktığında önemli ölçüde devlet katkısını kaybediyorlar. Şimdi şöyle eğer sistemden söylediğim süreçler içerisinde çıkacaksan özellikle ilk 3 yılda sistemden çıkacaksan devlet katkısını alamıyorsun. Dolayısıyla temel ihtiyacın varsa bu sistem sana fayda sağlamaz. Bunlar da handikaplarından bir tanesi. Bir başkan bir handikap sizden girişte iki kesinti alabiliyorlar: giriş aidatı kesintisi ve yönetim gider kesintisi. Bunlar pek bilinmiyor. Benden bu kesintiler yapılmıyor çünkü; bilinçli olarak kesinti yapan planları tercih etmedim, bana kesinti yapmayan plan sundular. Üçüncü kesinti olan son gider kesintimiz toplam fon gider kesintisidir. Mesela bunu çoğu vatandaş bilmiyor. Devlet bunun üst limitlerini belirlemiş üç form tipine göre yıllık azami yüzde 1.09’dan 2.28’e kadar kesinti yapabiliyorlar. Mesela benim kesinti oranım birdir. Bu gün bir emeklilik şirketi bana 2.28 oranında bir plan sunarsa, kabul etmem, başka şirkete giderim, böylelikle en uygun teklife ulaşırım. Diğer önemli bir sorun, bu sisteme giren 100 kişiden 90’ı emeklilik fon tipini kendisinin belirlemesi gerektiğini bilmemesidir. Peki sigorta şirketleri bunu suistimal mı ediyor? Hayır o noktada, bes şirketi eğer birisi yatırım tercihini bildirmediyse parasını devletin belirlediği yatırım araçlardan oluşan standart fona yatır. Standart fonun getirisi pek tatmin etmez onun için insanların yılda sekiz kez fon tipini değiştirme hakkını kullanması önemlidir. Bu kapsamda, bu dönem borsa iyi o nedenle hisse senet ağırlık şu fonu istiyorum, bir kısmın riskini dağıtmak için paramın yarısına da devlet borçlanma senetlerinin ağırlıklı olduğu şu fondan istiyorum diye bu şekilde tercihte bulunması lazım. Temel anlamda BES dikkat edilecek hususlar bunlardır. Özetlersek, bir; kesinti tutarlarının çok iyi bilinmemesi, iki; yatırım araçlarını (hisse, devlet tahvili vs) kişinin belirlemesi gerekiyor ama belirlenmemiş olması temel iki hatadır. Bu noktada BES, SGK’dan çok farklıdır. BES bir yatırım sistemidir, SGK ise sizden prim alıyor ve belli bir yaştan sonra ölene kadar size maaş bağlanıyor. BES ise 56 yaşınızdan sonra toplam paranızı toplu alabiliyorsunuz ya da kalabilirsiniz paraya ihtiyacınız olduğu zaman çıkabilirsiniz ya da parça parça alabilirsiniz. Eğer BES ten sonra gelir sigortası yaptırırsanız o zaman emeklilik sistemi denilebilir, ama biz de gelir sigortası mevzuattan dolayı çok düşük düzeyde kaldı.
K.Maraş depreminde can kaybı dışında büyük çapta maddi hasar var. Bu bağlamda DASK’ın dünyadaki örnekleri ile Türkiye örneği arasında farklılıklar ve benzerlikler nelerdir?
Dünyada bildiğim kadarıyla DASK yok. Her ülkenin kendi sorunu farklı. Mesela Amerika’da hortum büyük bir hasara neden olur. Büyük sigorta şirketleri milyar dolarlar ödemek zorunda kalabiliyorlar. Biz ise deprem kuşağında olduğumuz için bizim için en büyük risk depremdir. 99 Gölcük depreminden sonra biz vatandaşımıza bu konuda sistem oluşturalım ve deprem olduğunda buradan zararların bir kısmını karşılayalım dendi. Bakın tamamı demiyoruz bir kısmını karşılıyor. Adını DASK Doğal Afetler Sigorta Kurumu koymuşlar. Bunun altında da zorunlu sigorta türü çıkarttılar: Bunun adına zorunlu deprem sigortası demişler. Devlet DASK kurumu üzerinden sigortacılık yapıyor. Fakat bu tam bir sigorta değil yani bütün zararı karşılamıyor.
Bugün deprem bölgesinden gelen bilgilere göre orada inşaat maliyeti metrekare başına 10.000 TL. DASK en fazla 3.016 TL ödüyor yani vatandaş 7.000 TL’sini her hâlükârda kaybediyor. İnşaat maliyetlerindeki artışlardan dolayı 25 Kasım 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan düzenleme ile 1.500 lira olan birim maliyeti 3.000 liraya çıkardı. 25 Kasım öncesi poliçelerin %98’ine 1.500 lira ödeyecekler. Benim bir makale çalışmam var. Bütün ödemelerin 3.000 TL üzerinden olması için büyük bir mücadele veriyorum. Bir aydır yazıyorum, çiziyorum ve bunun mücadelesini veriyorum. Bunu insani yönüyle değil hukuki gerekçeleriyle yapıyorum. Görüşlerim, sigortacılıkta devrim niteliğindedir. Hocam peki o 7 binleri de ilaveten sigortalayamaz mıyız derseniz; evet sigortalayabiliriz. Ama DASK ile değil sigorta şirketlerine ihtiyari (isteğe bağlı) deprem sigortası ile sigortalamamız lazım. Sigorta şirketine bugün başvurduğunuzda öncelikle DASK yaptırdınız mı diye sorarlar. Hocam bir dakika niye siz birim maliyetten bahsediyorsunuz, niye evin tüm değerini ödemiyorlar? Derseniz; ev yıkıldığı zaman evdeki tapuya ait arsa payını kaybetmiyorsunuz. Devlet ya da sigorta şirketinin ödeyeceği şey o binanın ne kadara yeniden yapımı bedelidir. Fazla öderse siz sebepsiz zenginleşmiş olursunuz. İnsanlar bunu bilmiyorlar. DASK bir milyon verecek zannediyorlar halbuki 300.000 TL verecek. İnsanlar bunu öğrendiklerinde şok olup şikâyet ediyorlar. Onun dışında da çok büyük uygulama hatalarımız var. 150 metrekaresini 20 metrekare gösterip o şekilde sigortalayanlar var. Eksik sigorta yaptırmışsın dolayısıyla 20 metrekareye denk düşen para ödenecek. O kişi 20 metrekare göstermiş 300.000 TL almasını istiyor mesela böyle durumlar da var ki bu da çok yaygın. Bu sigorta bilincinin ne kadar düşük olduğunu gösterir. Yani normalde 100 metrekare isen 20 metrekareye bu 100 metrekarenin tazminatını almayı hayal ediyor böyle bir şey yok. Bence yakın tarihlerde kaç ay içerisinde bu konuyu çok tartışacağız gibi geliyor.
Beklenen Marmara Depremi riski ile her gün karşı karşıyayız. Olası bir depremde deprem sigortalılık oranlarına bakacak olursak nasıl bir senaryo bizleri bekliyor?
Kahramanmaraş depreminde çok büyük bir yıkım oldu. Bir de üst üste iki deprem olduğu için yıkım daha da arttı. Ama İstanbul’da biliyorsunuz bina yoğunluğu Maraş’ın çok çok üstünde. Ülkenin dörtte bir nüfusu İstanbul ve çevresinde sadece İstanbul değil Çerkezköy Edirne’ye kadar ve Sakarya’ya kadar burayı bir platform sayın. Dolayısıyla aynı şiddette bir deprem olsa İstanbul’da can kayıpları çok daha fazla olur; hayal bile edemiyorum. Bu konuda Naci Görür veya diğer hocaları sıkı takip ediyorum ama beklenen deprem 7.5 – 7. 6 deniyor. Sigortacılık kısmına baktığımızda 12 milyar dolar prim üretimi olan 12 milyar dolar aktif toplamı olan bir sektörün kaldırabileceği bir durum değil. Sigorta şirketleri depreme ilişkin riskini yurt dışında sigortalatıyorlar. Ama deprem riski yaklaştıkça yurt dışında reasürans şirketleri ya bizim sigorta şirketlerine koruma sağlamayacaklar ya da yüksek fiyat üzerinden koruma sağlayacaklar. Başka bir deyişle Kahramanmaraş depreminden sonra sigorta şirketleri yurtdışında yeteri kadar da koruma bulamayabilir. Bu sene içerisinde büyük bir deprem olursa Dask’ın silahları çok az. Sigorta şirketlerine gelecek olursak; esas risk şu: Bu bölgenin her alanında özellikle de ticari ve sınai alanlarında risk var. Türkiye’nin neredeyse %70-80’ine yakını burada. Bu durumda Türkiye’de sigorta şirketlerin bazıları batacaktır. Bütün dünyada batma riski en yüksek şirketlerin başında sigorta şirketleri gelir.
Diğer taraftan, gelir durumu iyi olan insan sigorta yaptırıyor bizde. Ama genelde onlara bir şey olmuyor; çünkü onların yaşadıkları yerlerin zeminleri iyi. Fakir bölgedeki insanlar da sigortayı bilmezler, ekonomik güçleri de yoktur. Konut, eşya, hayat sigortası bilmezler. İstanbul depremi şu andaki depremin ekonomik anlamda 5-10 katı daha fazla olur. Şöyle bir benzetme yapabilirim, insanlar için en büyük risk kalp krizidir, sigortacılığın kalp krizi de böyle büyük felaketlerdir. Maalesef bu durum için yeterli yapı yok bu alanda. Bizim gibi bu işlere kafa yoranlar ise genellikle depremden sonra dile gelir.
Bir akademisyen olarak, sigorta sektöründe kendini geliştirmek isteyenlere eğitim ve kariyer patikaları anlamında hangi önerilerde bulunabilirsiniz?
Eğer Türkiye’deki kişi başı milli gelir 10.000 doların ötesine geçemez, ben emekli olana kadar en fazla böyle olur diye düşünüyorsanız sigorta sektörüne yaklaşmayın derim. Ama hocam bizim ülkemizin potansiyeli yüksek 20.000 dolara çıkacağını ön görüyorum derseniz kesinlikle sigorta sektörüne girmenizi öneririm. Covid sonra Çin’in önemi azalıyor, bizim Avrupa’ya yakınlığımız var gibi şeylerle eğer potansiyelimizi iyi kullanırsak ben şunun garantisini verebilirim geleceğin en iyi mesleği diyebilirim. Bu tamamen sizin tahmininize bağlı gelecek 10 yıl içinde eğer kişi başına milli gelir 20.000 $ olacağını düşünüyorsanız başka sektöre bakmayın direkt sigorta sektörüne girin. İnanılmaz bir kariyeriniz olur sigorta sektörü bu noktada çok büyük potansiyeli var. Bireysel emeklilik ise inanılmaz iyi bir sektör. Bireysel emeklilik sistemi dediğim gibi tasarruf sağladığı için devletin en büyük tasarruf sağlayan sistemi şu anda. Yavaş yavaş büyüyor işte bireysel emeklilik 450 milyar seviyesine ulaşıyor. Sermaye piyasaların genişlemesine ve derinliğine büyük katkı sağlıyor.
Metin Sarıaslan 1970 Yozgat doğumludur. 1990 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede; 1993 yılında Muhasebe-Denetim Bilim Dalında yüksek lisansı, 2005 yılında İşletme Anabilim Dalının Muhasebe Bilim Dalında doktora yaptı. 2018 yılında ise Doçent oldu.
Hazine ve Maliye Bakanlığı Sigorta Denetleme Kurulunda; Sigorta Denetleme Uzmanı, İstanbul Grup Başkanı ve Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Türk Sigorta Enstitüsü Vakfı (TSEV) bünyesinde 2007 yılından beri çeşitli konularda (muhasebe, denetim, hukuk, BES) eğitmenlik yapmaktadır. Sigorta Hakemliği de yapmaktadır. Muhasebe, hukuk ve bireysel emeklilik alanında üç kitap ve çok sayıda makalesi bulunmaktadır.
2020 yılından itibaren Sakarya Üniversitesi İşletme Fakültesi öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.