KERİM KAŞITOĞLU
Kerim Kaşıtoğlu, 1994 yılında İstanbul’da doğmuştur. 2013-2017 yılları arasında Sakarya Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde Uluslararası Ticaret ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Uluslar İlişkiler ile ÇAP yaparak lisans eğitimini tamamlamıştır. Ardından, 2020 yılında Polonya’nın Varşova şehrindeki Lazarski Üniversitesi’nden Ekonomi yüksek lisans programından mezun olmuştur. 2017-2019 yılları arasında Beko Polska’da Tedarik Zinciri Asistanı ve Finans departmanında Asistanlık görevlerini üstlenmiştir. 2019-2022 yılları arasında Amazon Polonya’da Kıdemli Uyumluluk Uzmanı ve Ürün Güvenliği Uyumluluk ekibinde Takım Lideri görevlerini yapmıştır. 2022-2024 yılları arasında Amazon Türkiye’de Soruşturma Uzmanı olarak görev yapmıştır. Kerim Kaşıtoğlu, 2024’ten beri Opet Fuchs’ta tedarik uzmanı olarak görev almaktadır.
Sakarya Üniversitesi Uluslararası Ticaret bölümünün ilk mezunu ve ilk bölüm birincisisiniz. Bir bölüm birincisi olarak akademik başarıların iş hayatındaki başarıyla bağlantısı konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizce üniversite başarısı iş dünyasında da aynı derecede önemli mi?
Öncelikle çok güzel bir soru ama bu soru güzel olmasından ziyade cevabı da zor olan bir soru. Çünkü akademik başarıyla iş hayatındaki başarı arasında doğrudan bir bağlantı vardır ya da yoktur demek benim açımdan doğru değil. Aslında bu durum alana ve pozisyona göre değişiklik göstermektedir. Mesela, akademisyen olmak istiyorsanız akademik başarınız çok elzem ama benim yaşadığım deneyimlerden yola çıkarsak ben tedarik zinciri, finans, uyum, soruşturma gibi alanlarda çalışma fırsatı elde ettim. Çalışırken akademik başarımdan kaynaklı bir şeyleri çok sorgulama, çok detaylı düşünme, yeni fikirler üretme, analitik bakış açısıyla bakma yetisi elde etmiştim. Bunu net bir şekilde fark edebiliyordum. Bu durum benim çok ciddi fark yaratmama neden oldu. Aslında, güzel bir akademik başarınızdan kaynaklı farkındalık yaratıyorsunuz. Bu katma değer çok müthiş bir şey ama iş dünyasında bunlardan ziyade farklı faktörler de rol alıyor. Mesela iletişim, deneyim, network oluşturma gibi faktörler de çok önemli. Benim deneyimime göre, bir bilgi birikiminiz elbette olacak ama iletişiminiz güçlü değilse ya da network oluşturma konusunda problemler yaşıyorsanız iş hayatında çok nadir başarılı olabilirsiniz. Örneğin “Ben akademik süreçte başarılı oldum, iş hayatında da başarılı olacağım.” birebir bunu söylemek, çok doğru değil ve paralel de değil. Sizin çok güzel iş disiplinine sahip olmanız, çok başarılı olmanız, her şeyi kurcalayabilmeniz, farklı çözüm önerileri üretmeniz, bunların hepsi tek başına maalesef yetmiyor. Burada iletişiminiz kuvvetli olacak ki yaptığınız şeyleri güzel pazarlayabilmelisiniz, iş hayatında daha başarılı olabilmenin sırrı budur. O yüzden çok çalışacaksınız, başarılı olmanız gerekiyor ama bunların dışında da iletişiminizi ve network ağınızı güçlendirecek şeylere de odaklanmanız çok önemli diye düşünüyorum. Ama benim birinci olarak mezun olmamın şöyle bir katkısı olmuştu; güzel staj yerlerinde kabul alıyorsunuz, böyle bir avantajı oluyor. Mesela benim Beko Polska’da staja kabul almamda, bölüm birincisi olmam çok büyük etkenlerden biridir. Başlangıcı güzel yapmanıza vesile oluyor, bu da tabii doğal olarak kariyerinizin diğer aşamalarında da büyük katkılara vesile olmuş oluyor. Güzel başlarsanız güzel gider, güzel yerde deneyim kazanırsanız böylelikle daha güzel olanaklara kavuşuyorsunuz, daha güzel iş fırsatları elde etme olanağı çıkıyor, daha kaliteli yerlerde çalışıyorsunuz ve aslında yine network oluşturma kısmına gelmiş oluyorsunuz. Böyle bir dolaylı katkısı var ama benim deneyimim açısından doğrudan bir bağlantı vardır diyemem.
Mezun olduktan sonra kariyerinize nasıl bir yön vermeyi planladınız?
Sakarya Üniversitesi Uluslararası Ticaret bölümünden mezun olduktan sonra ilk olarak yüksek lisans için başvurular yapıyordum. Sonra “Hangi alanda yüksek lisans yapmalıyım?” gibi düşünce oluyor. Çünkü orada da bir sürü seçim olanağı oluyor. Uluslararası Ticaret bölümünü bitiriyorsunuz ama ondan sonra “Hangi alanda kendimi spesifik olarak geliştirebilirim? Finansta mı geliştireyim, ekonomide mi geliştireyim yoksa tedarik zinciri gibi spesifik alanlar da var, o alanlara mı odaklanmalıyım?” gibi bir sürü seçenekler oluyor ama benim kafamda hep kurguladığım ekonomi dalında yüksek lisans yapmaktı. Uluslararası ticaret bölümünden mezun olduktan sonra direkt, boşluk bırakmadan akademik olarak devam etme arzusundaydım. Onu gerçekleştirme fırsatı elde ettim. Ekonomi alanında yüksek lisansımı yaptım. Ekonomi seçerken asıl motivasyonum, Uluslararası Ticaret mezunuydum ve uluslararası iş yapma becerimi daha da belli bir noktaya getirmekti. Burada spesifik olarak küresel piyasaları öğreniyorsunuz, makro ve mikro değerleri öğreniyorsunuz ve bunların size çok fazla katkısı oluyor. Ben şanslıydım çünkü yüksek lisansımı yaparken hem Beko Polska’da çalışma fırsatı elde etmiştim hem de kendimi akademik olarak donanımlaştırıyordum. Aynı zamanda deneyim kazanıyordum, iş hayatında bu çok büyük bir avantaj kesinlikle herkese tavsiye ediyorum. Bu arada gerçekten çok zor oluyor okul ve işi bir arada yürütmek ama ikisini bir arada götürürken o tempoya alışmak bile size katkı sağlıyor. Mesela işten çıkıyorsunuz okula gidiyorsunuz, okuldan çıkıyorsunuz işe gidiyorsunuz ya da eve gelip iş takibi yapıyorsunuz. Böyle multi-fonksiyonel olarak kendinizi geliştirme fırsatı sağlıyor, bu şekilde avantajları var. Spesifik olarak ben şunu demedim: Mezun olduğumda şu alanda ilerleyeceğim, bu alanda ilerleyeceğim gibi bir plan yapmamıştım. Biraz fırsatlara açıktım. Fırsatlar önüme geldikçe, görebildiğimce o fırsatları elde etmeye çalıştım. Mesela şöyle söyleyeyim, tedarik zinciri departmanında çalışıyordum. Uluslararası ticaret mezunuydum. 2 yıl kadar tedarik zincirinde çalıştım, orada biz ithalat yapıyorduk çünkü hiçbir üretimimiz yoktu. Beko’nun üretimleri Çin, Rusya, Türkiye gibi ülkelerde vardı. Sadece oralardan ithalatlarını yapıyorduk Polonya’ya. Bu 2 yıllık süreçte çok iyi bir operasyon deneyimi elde etmiştim. Sonra operasyonu öğrenmemden kaynaklı dedim ki; hem makro ölçekte bir sürü yüksek derecede dersler görüyorsun, nasıl ithalat yapılır, operasyon nasıl yürütülür bunları biliyorsun ama arka plandaki finansal boyutun ne olduğunu göremiyorsun. Orada bir açık kalmıştı ondan sonra hemen finans departmanına geçtim. Böyle fırsatlara açık olmak gerekiyor. Plan yapmamak ama çıkacak fırsatları da iyi gözlemlemek çok büyük avantaj sağlayabiliyor. Spesifik olarak şurada “şu şekilde ilerleyeceğim” diye çıkmadım yola ama güzel kapılar açıldığını düşünüyorum. Bu süreçte çok da güzel deneyimler elde ettim.
Biraz da Amazon’da çalıştığınız dönemden bir şeyler sormak istiyoruz. E-ticarete yoğunlaştınız, bunun nedeni nedir? Sizi e-ticarete sürükleyen şey ne oldu? Ve neden Amazon?
Bahsettiğim gibi, Beko Polska’da staj sonrası kaldım. Bir iş fırsatı elde etmiştim, hem yüksek lisans yapıyordum hem de çalışıyordum. İlk iki sene tedarik zinciri, son bir senede de finans departmanında çalışma fırsatı elde etmiştim. O süreçte şöyle bir şey oldu, yüksek lisansımın artık son kısmına gelmiştim. O süreçte Varşova’da yaşıyordum. Varşova’da kültürel olarak çok fazla deneyim elde etmiştim ama sonra “Farklı bir şehir daha mı görsem, farklı bir yerde yaşasam mı?” gibi kafamda hep düşünceler oluyordu. Sonra bir arkadaşımın vasıtasıyla Amazon’a iş başvurusu yapmıştım ama çok alelade bir başvuruydu. Hiç düşünmüyordum çünkü alan dışı bir pozisyondu. Ürün güvenliği-uyumuyla ilgili bir takım kurulacaktı. Bu takım birden fazla ülke için uyum operasyonlarını yöneten bir takımdı ama Polonya kısmında ilk Türkiye takımı kurulacaktı. Sonrasında bir mülakat sürecim oldu ama olsun mu olmasın mı tereddütlerim de hep vardı çünkü Uluslararası Ticaret Bölümü mezunuydum ve ekonomide yüksek lisans yapmıştım ve biraz daha hukuksal bir alana geçecektim, alan dışına çıkacaktım. O yüzden beni biraz kararsız bırakmıştı ama sonra kendime sordum: “Amazon’da ne kaybedebilirim?” Çünkü Amazon’un bir milyondan fazla çalışanı var ve dünyanın en büyük şirketinden bahsediyoruz. Çok büyük bir organizasyon.
Bir de şöyle de bir durum var: Amazon self servis company olarak hizmet veriyor. Bu ne anlama geliyor? Orada bir yan hakkınız oluyor, örneğin; yılbaşında şirket sana hediye veriyor. Kimse tutup sana “Al bu hediye senindir.” demiyor. Bir mücadele etmen, talep oluşturman gerekiyor o hediyeyi alabilmen için. Kimse size getirip bu senin hakkındır, demiyor. O yüzden orada hep bir mücadele içinde olmanız gerekiyor. Farklı bir kültürdü, Amerikan kültürüydü sonuçta, bunu deneyimlemek istedim. Böylesine büyük bir organizasyonun parçası olmak bana müthiş bir katma değer kazandırmıştı; proje üretmek olsun, farklı düşünmek olsun.
Amazon’da organizasyon çok büyük, ondan kaynaklı da uzmanlıklar çok dar. İnsanların orada biraz robotik olmasını bekliyorlar. Diyorlar ki sen ürün güvenliği uyumu mu yapacaksın, sadece bu alanı yap. Önünü arkasını bilmen beklenmiyor. Biraz ürün güvenliği uyumundan bahsedecek olursam; yetkililerin, otoritelerin aldığı ürün güvenliğiyle alakalı kararları biz Amazon kataloğunda uyguluyorduk. Yani şu anlama geliyordu: Sanayi Bakanlığı Türkiye’de bir karar alıyor, “X ürünü müşteri açısından sağlığa zararlıdır, bunun satışını durdurun.” diyor ve biz bunun satışını durduruyorduk. Demek istediğim şey, sen bunun sadece satışını durdurmakla görevliysen sadece o işi yapıyorsun, satışı durdurulduktan sonra nasıl bir aksiyon oluyor mesela, bu ürünler iade olarak toplanıyor mu, toplanmıyor mu bunları bilmiyorsun, bilmeni de istemiyorlar. Seni nokta atışı bir alanda uzmanlaştırmak istiyor. Bunu neden yapıyorlar? Organizasyon çok büyük ve hata payını düşürmek istiyor, onlar da kendilerince haklı. O açıdan, beni daraltan kısmı bu olmuştu. Ama bu da kaizen modelinin bir uygulamasıydı, ufak adımlar ile büyük katma değerler yaratılabiliyor. Bunu deneyimleme fırsatım olmuştu. O yüzden Amazon benim için çok farklı bir deneyimdi. Alan dışı olmasına rağmen çok katma değeri oldu. Kendimi geliştirme fırsatı elde ettim orada. Proje üretebiliyorsun, bu projeler desteklenebiliyor, bütçe ayrılabiliyor. Kesinlikle pişman değilim, bugün olsa yine Amazon’u tercih ederdim.
Herkesin nokta atışı görevlendirmeleri var, dediniz. Peki bu mücadelede sizi en çok zorlayan şey neydi? Bu noktada çok zorlandım, dediğiniz bir konu var mı?
Birçok birim var. Belki birçok kimse, Amazon’un başındakiler bile, kaç tane departman ve kaç tane birim var detaylı olarak bilmiyor olabilir. Bir kopukluk var bu tür organizasyonlarda. Pandemiden sonra dünya e-ticarete doğru gitti. O çok büyük katma değer yarattı. Bu tarz hızlı büyümeden kaynaklı kontrolsüzlükler olabiliyor. Amazon’da da bu var maalesef. Bu da bence normal çünkü çok büyük operasyon var, çok büyük kazançlar var. Hızlı karar alıyorlar, hızlı büyüyorlar. Sıkıntı yaşadığımız problem şuydu, kendimizi geliştirmemiz bekleniyor, projeler üretmemiz bekleniyor. Mesela bizim yaptığımız manuel işler vardı ama başka birimler bunu otomasyona dökmüş olabiliyordu. Birimler arasında çok ciddi kopukluklar vardı. Başka bir birimden bizim birime teknoloji transferi yapıyorduk. Bir program geliştirmişler, bilmiyoruz hiç haberimiz yok ama bize de çok faydası olabilecek bir gelişim, böyle bir iletişimsizlik vardı maalesef. Aslında yine self servis company noktasına geliyor, network’ünüzü geliştirmeniz gerekiyor. Diğer insanlarla diyalog kurmanız gerekiyor ki o insanlardan bir şeyler öğrenebilesiniz. Benim en dertlendiğim konu iletişimsizlikti. Pandemiyle birlikte, biliyorsunuz zaten, herkes evden çalışmaya geçti ve bu iletişimsizlik daha da arttı. İletişimsizliğin artmasıyla birlikte, bizden teknolojik olarak ileri aşamada olan birimler, otomasyon açısından daha da ileri noktalara gelmiş olabiliyorlar ve biz hâlâ manuel işler yapabiliyor olabiliyorduk ya da tam tersi olabiliyordu, biz çok ileride olabiliyorduk onlar çok geride olabiliyordu. Bir iletişim problemi vardı birimler arasında, bir sinerji yaratılmıyordu. Sizin mücadele etmeniz gerekiyordu. Kimse size gelip bütün birimleri toplayalım herkes birbirine anlatsın demiyordu. Siz bir network ağı kuracaksınız, bir arkadaşlık elde edeceksiniz ki öyle gelişmeleri ve uygulamaları öğrenebilirsiniz ve sonra bilgi transferi yapabilirsiniz.
Uluslararası tedarikçilerle çalışırken karşılaştığınız en büyük zorluk nedir? Bu zorlukları aşmak için nasıl bir strateji izliyorsunuz?
Şu anda ben satın alma uzmanı olarak çalışıyorum ama pazarlık yaparak bir şey alıyorum gibi bir durum oluşmuyor, öyle bir pozisyonda değilim. Ben hem Beko’da olsun, şu an Opet Fuchs’ta çalışıyorum, hem de Opet Fuchs’ta olsun hep ortaklarımızdan alım yapıyorduk ya da kendi şirketimizden. Benim böyle doğrudan farklı bir firmadan farklı bir şirketten mal alımı konusunda tecrübem yok. O yüzden tedarikçiyle bir problem, çözülmesi gereken bir durum, anlaşamadığımız bir durum çok fazla yaşamıyoruz ama yine de şu anki çalıştığım yerden örnek vermek istiyorum. Bu arada ben ticari ürün alımı yapıyorum, doğrudan ithal ediyoruz, burada satışını yapıyoruz. Biz madeni yağ sektöründeyiz. Bir sürü madeni yağ çeşidi var; otomotiv endüstrisi ayrı, endüstriyel grup ayrı, böyle böyle çeşitlendirilebiliyor. Bunu ortağımızdan almamıza rağmen ürünlerde bazen şöyle durumlar oluşabiliyor, ürünlerin analiz sertifikaları geliyor. Bakıyorsunuz her şey çok uygun, dört dörtlük formülasyon, her şey mükemmel gözükebiliyor. Siz de ortağınızdan gelen bu sertifikasyona binaen ürünü müşteriye satıyorsunuz. Hiçbir laboratuvar tetkikine, testine tabi tutmadan satabiliyoruz. Bu durumda bazen müşteri şikayetleri gelebiliyor. Her bir parti farklı kalitede olabiliyor. Aldığımız yer şirket ortağımız dahi olsa bunu doğrudan müşteriye göndermekten ziyade test yapmamız gerektiğini acı tecrübeyle öğrendik.
Bizim İzmir’de fabrikamız var. Ürünler geldiğinde numuneler alınıyor. Analiz sertifikaları olmasına rağmen tekrar bir teste tabi tutuluyor. Sonra müşteriye yolluyoruz. Böyle bir önlem aldık. Sonuçta kimyasal madde sektöründeyiz, kalite çok önemli bu alanda. Sonra kalitesiz ya da çok iyi kalitede bir ürün de satabilirsin ama müşterinin beklentisini karşılamayıp onun aracına, onun makinesine zarar verebilir. Sen formülasyon olarak çok iyi bir ürün yapmışsındır ama onun beklentisi o yönde değildir. O tarzda problemler yaşayabildiğimiz için ayrıca sertifikaları olmasına rağmen tekrardan biz analiz etme yoluna gidiyoruz, bu tabii çok nadir yaşadığımız durumlardan biriydi.
Röportajımızın başında yüksek lisansınıza değinmiştik, bu bağlamda bir sorumuz var: Ekonomi yüksek lisansınız boyunca edindiğiniz analitik düşünme becerileri, maliyet optimizasyonu veya bütçe yönetimi gibi konularda nasıl bir fayda sağladı? Farklı senaryolar oluşturma ve belirsizliklerle başa çıkma süreçlerindeki katkıları neler oldu?
Bunun çok büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Şöyle somutlaştırmam gerekirse; mesela ekonomide her zaman bir şeyler arasında bir denklem kurmayı öğreniyorsunuz. Her şey arasında bir korelasyon, nedensellik ilişkisi olup olmadığını sorgulamayı öğrenmiştik. Örneğin bir problem oluyor diyelim, bir vaka özelinde. Bu sorunu nasıl çözeceğiz, nasıl formülüze etmeye çalışırım, kök neden nedir, problem nedir? Hep bir denklem kurmaya çalışırım. Bu toplamlar bu sonucu çıkarmıştır, bunu üretmiştir gibi. Bu ilişkiyi kurma kabiliyetinden kaynaklı her zaman böyle nedensellik ilişkisi aradığımdan ve bir korelasyon arama çabamdan dolayı detaycı çalışma kabiliyeti elde ettim. Bu detaycılıkla da her zaman analiz yapma farkındalığım oluştu. Bir sorun var ortada diyelim, başta sorunu sığ bir şekilde görüyorsunuz ama bu sorunun ana nedenleri neler, ilk önce bunu öğrenmek gerekiyor. Örneğin bir kalem yere düştü, sonrasında bu kalemi alıp masaya koymak çözüm olmayabilir. O kalem ilk başta neden yere düştü, bunu öğrenmek gerekir. Detaylı bir şekilde sorgulama yapmanız gerekiyor ki asıl nedenleri, kök nedenleri bulmak için. Bu kök nedenleri bulmak hem düzenleyici aksiyon almanız hem de önleyici aksiyon almanız açısından çok faydalı oluyor. Bu ilişkileri kurma açısından bana çok faydası olduğunu düşünüyorum, ekonomi dalında yüksek lisans yapmamın. Her zaman her şeyi formülüze etmeye, her zaman her şeyin ana nedenlerini irdelemeye yönelik çalışmalar yapmamda büyük katkıları olmuştur.
Öğrencilik yıllarınızda Sakarya Üniversitesi 21 Gün 37 Derece İş Topluluğu’nda aktif üye olarak görev aldınız. Bize takım çalışmasının öneminden ve bu tecrübenin kariyerinizdeki rolünden bahseder misiniz?
21 gün 37 derece İş Topluluğu gerçekten bana çok katma değer katmış bir kulüp faaliyetiydi. Hiç pişman olmadığım hatta şu anda geriye dönsem daha da fazla aktif görev almak istediğim bir alandır. Orada yaptıklarımdan pişman değilim, yapamadıklarımdan üzüntülüyüm diyebilirim. Çünkü orası aslında iş hayatına hazırlıyor, orada da bir sürü birimlerimiz vardı, herkesin bir görev dağılımı vardı, her bir işin ucundan tutuyorsunuz. Hem sorumluluk bilincini geliştiriyor hem de aynı zamanda diğer insanlarla birlikte çalışma fırsatı elde ederek iş ilişkilerini yönetmeyi öğreniyorsunuz. Ondan ziyade kulübün yaptığı etkinliklerde, konferanslarda ya da seminerlerde getirdiği konuklarla tanışma fırsatı elde ediyorsunuz. O süreçleri yönetebilmeyi öğreniyorsunuz, iletişim kurmayı öğreniyorsunuz. Aslında orada da bir network geliştirme imkanı oluşuyor, bu da müthiş bir olay. Mesela şu anki aklım olsa daha çok ilgilenirdim, daha çok uğraşırdım çünkü network’ü geliştirmek çok önemli. 21 Gün 37 Derece’nin de böyle katkıları oldu. Çok güzel projeler yaptık diğer arkadaşlarımla birlikte. Hem kişisel olarak hem de network açısından geliştiriyor. Bu çok büyük bir fırsat, herkese de tavsiye ederim kesinlikle. Bunu sadece 21 Gün 37 Derece olarak da endekslememek gerek. 21 Gün 37 Derece’yi hâlâ takip ediyorum. Müthiş şeyler yapıyorlar, çok aktif bir kulüp. Bu tarz kulüp faaliyetleri içinde görev almak, bizzat onun içinde olmak, işleyişi takip etmek, bilgi birikimi açısından gelişmenize de fayda sağlıyor.
Piyasa koşullarındaki belirsizliklere, değişimlere nasıl uyum sağlıyorsunuz? Ve bu durum tedarikçilerle olan müzakerelerinizi nasıl etkiliyor?
Piyasa biraz sıkıntılı, enflasyon yüksek. Türkiye’de özellikle bunu çok hissediyoruz ama pandemi sonrasında bütün dünyada bu durum yaşanıyor. Bu tarz belirsiz dönemlerde birçok önlem alınıyor, tabii bütün şirketler de alıyor. Mesela bizim şirketimizin aldığı önlemlerden biri stok optimizasyonu. Zamanında enflasyonun ve konjonktürün iyi yorumlanmamasından kaynaklı stok problemi yaşamaktayız. Şu anda stoklarımızı iyileştirmek adına çok ciddi çalışmalar yapıyoruz. Stok piyasanın yavaşladığı dönemlerde çok büyük bir yüktür. Tabii piyasanın “peak” yaptığı dönemler çok iyidir çünkü stokun varsa satış yaparsın ve piyasa da ona göre ise eğer sen hep stok yaparsın. Bir dönem krediler ucuzdu, insanlar enflasyondan kaynaklı tüketime yönelmişti. Finansman maliyeti ucuzdu ve insanlar çok fazla tüketim yapıyordu. Her zaman bu şekilde gidecek sandılar ve birçok şirket bu hataya düştü. Sonrasında öyle olmadı, konjonktür bir değişti, finansmanın maliyeti arttı, kredi faizleri yükseldi. Bu noktada ne oldu? Tüketim düştü. Sonra herkes dedi ki “Satışlar azaldı, ne yapacağız?” çünkü konjonktürel duruma göre bir şekil almanız gerekiyor. “Sonrasında stoklarımızı küçültelim, stoklarımızı nasıl küçülteceğiz?” gibi sorular sorulmaya başlandı. Satış yavaşlamış, piyasa durmuş… Bu noktada daha verimli, daha optimal bir stok yönetimi yapmanız gerekiyor. Maalesef böyle bir durumla karşılaştık. Şu anda üretimde olsun, ticari mallarda olsun, her şeyi irdeliyoruz çünkü bazen bir sipariş geliyor, ticari ürünlerde genelde biz make-to-order yapıyoruz: Müşteri ürünün siparişini verir, biz siparişi geçeriz, sonra ürün gelir, ondan sonra ürünü teslim ederiz. Bazen sipariş geliyor, siparişi geçiyorsun sonra müşteri vazgeçiyor çünkü müşterimizin de müşterisi vazgeçmiş. Bu şekilde domino etkisi yaratan durumlar oluşabiliyor. Bu noktada ne yapıyoruz? Baştan tedarikçiye diyoruz ki; biz bu ürünü alacağız ama kesin olarak sipariş olmayabilir. O yüzden bu konuda bize bir ürün öner, başka ülkelere de satılabilecek bir ürün olsun çünkü biz bir gün iptal ettiğimizde bu ürünü, onların da sıkıntıya düşmemesi gerekir. Bu sefer onların stokunu artırmış olacağız çünkü biz kendi stokumuza almak istemiyoruz. Sonrasında tedarikçimizi zor durumda bırakmış oluyoruz. Bu nedenle daha çok küresel piyasada talebi olan ürünleri tercih ediyoruz. Müşterilerimize onları öneriyoruz, müşterilerimiz bunlara yönlenirse yarın bir gün konjonktürel durumdan kaynaklı sipariş iptalleri yaşadığımızda bizim de iptal etmemiz kolay olsun diye. Sonuçta bir ürünün siparişini verdiğimizde o ürün bizim için üretiliyor. Bu durumda tedarikçimizin de zor durumda kalmamasını göz önüne alarak ilerlememiz gerekiyor.
Kendi kariyer yolculuğunuzda keşke bunu daha önce bilseydim dediğiniz bir şey var mı? Bu bilgi bugünkü kararlarınızı nasıl etkiliyor?
Biraz değindim bu soruya önceki sorularda; özellikle network oluşturma, iletişimi güçlendirme konusunda keşke daha önce bilseydim diyorum. Ayrıca kendini donanımlaştıracak şeyler yapmak bütün hayatınızı etkileyecek şekilde adımlar atmak çok önemli. Sosyal sorumluluk projeleri olsun, kulüp faaliyetleri olsun, teknik olarak iş hayatında işinize yarayacak eğitimleri almak olsun. Mesela güzel bir Excel eğitimi almanın iş hayatında çok büyük katkısı olacaktır. Ayrıca birçok projelerde yer almaya çalışırdım, network’ümü geliştirmeye çalışırdım. Bunlar çok önemli, okuldan mezun olduktan sonra çok büyük katkı sağlıyor. Bunların faydasıyla birçok fırsat elde edebiliyorsunuz. O açıdan kesinlikle okul derslerinin de faydalı olduğunu düşünüyorum, onlar da gerekli ama denge çok önemli. Dengeli bir şekilde kendinizi kişisel ve profesyonel anlamda da geleceğe hazırlarsanız müthiş olur. Bu deneyimlerimle ben şu an geriye dönsem kesinlikle bunları yapardım.