UĞUR KILIÇARSLAN
Pekin Eski Ticaret Müşaviri
Uğur Kılıçarslan, 1977 yılında Ankara’da doğmuştur. 1995-2000 yılları arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde Kamu Maliyesi alanında lisans eğitimini tamamlamış ve 2012 yılında Çin’in Pekin şehrindeki Renmin Üniversitesi, Renmin İşletme Fakültesi İngilizce MBA yüksek lisans programından mezun olmuştur.
2002-2014 yılları arasında Ticaret Bakanlığında Müfettiş olarak, 2014-2018 yılları arasında Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nda (EİT) İnsan Kaynakları ve Sürdürülebilir Kalkınma Direktörü olarak ve 2019-2029 yılları arasında Çin’deki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliğinde Pekin Ticaret Müşaviri olarak görev yapmıştır.
Uğur Kılıçarslan, aynı zamanda 2022 yılında yayımlanan ‘’Çin ile Ticaret Yapan Firmalar için Gerekli Bilgiler’’ kitabının yazarı olup, kamu görevini sonlandırmasını müteakip KLC Danışmanlık firmasının kurucu ortağı olarak Çin ile ticaret ve yatırım konularında firmalara danışmanlık hizmetleri sunmaktadır.
Türkiye’nin ticaret politikalarının uluslararası ticareti üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bağlamda sadece Türkiye için değil hiçbir ülkenin ticari politikalarının, özellikle RCEP (Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık) sonrasında, etkisinin fazla olmadığını düşünüyorum. DTÖ kapsamında getirilen en çok kayırılan ülke kuralı, serbest ticaret anlaşmaları ve gümrük birlikleri, ülkelerin ticaret politikası belirlemedeki güçlerini azaltmış bulunmaktadır. Bu noktada Ticaret Bakanlığımızın da uluslararası dış ticaret düzleminde konumumuzu güçlendirmek için Gümrük Birliği Anlaşmasını yenilemeye dair çalışmalara ek olarak STA anlaşmalarındaki çabalarını artırmış bulunduğunu görüyoruz.
Gelecekteki ticaret politikalarının sürdürülebilirlik bakış açısından nasıl bir yön alacağını düşünüyorsunuz?
Bu soruyu önce geniş bir perspektiften analiz etmekte fayda bulunmakta. Özellikle RCEP anlaşması sonucu dünyada küreselleşmenin tamamen rafa kalktığını ve bölgeselleşmenin dünyanın geleceği olduğunu düşünüyorum. Dünyada ticaret anlaşmaları sayesinde 4 ekonomik bölge oluşmaktadır: Birincisi Almanya dominasyonunda AB bölgesi, ikincisi Çin dominasyonunda Uzakdoğu Asya bölgesi, üçüncüsü ABD dominasyonunda Amerika bölgesi, dördüncüsü Hindistan dominasyonunda Asya Pasifik bölgesi.
Benim öngörüm, bu 4 bölgenin zamanla Avrupa Birliği’ne benzeyeceği ve bölge içi üretim ve yatırım faktörlerinin Avrupa Birliğinde olduğu gibi eşit şartlarda hareket serbestisine kavuşacağı yönünde. Peki, bu durum firmaları nasıl etkileyecek? Bu bölgeler içindeki gümrük vergilerinin düşüklüğü, zamanla hammadde ve gıda dışındaki ürünler için bölge dışından bu bölgelere ülkelere ihracatı çok zorlaştıracağını belirtmek yanlış olmayacaktır.
Bu açıdan bakacak olursak dünya markası olmak isteyen tüm firmaların 4 bölgede yapılanması gerekecek ve olup, hali hazırda birçok global firmanın zaten bu 4 bölgede yapılandığını görüyoruz. Ticaret politikaları bağlamında ise bu bölgelerden birinde yer almayan ya da bölge içinde güçlü konumda bulmayan ülkelerin ticari ve yatırım politikalarının etkisinin sınırlı olacağını ve yeni bölgesel ekonomik düzende kendilerine yer edinemeyeceklerini düşünüyorum.
Bu bağlamda bir soru daha sormak istiyorum. Peki sizce Türkiye’deki firmalar bu değişikliklere adaptasyon sağlayabiliyor mu?
Artık “Bölgeselleşme ” diye bir süreç var. Bu süreci takip eden firmalarımız mevcut. Örneğin Latin Amerika’da, Avrupa’da, Uzak Doğu Asya’da ve Asya Pasifik Bölgesi’nde üretim üsleri olan ve oralarda yapılanmış firmalarımız başarılı şekilde bu süreci yürütüyorlar. Diğer firmalarımızın da şuna karar vermesi lazım; bölgesel bir firma olarak hayatta kalabilmeleri mümkün mü? Mümkün değilse, bölgesel bir firmanın ötesine geçerek 4 bölgede yerleşik global düzenle yer alan bir firma olabilmeleri için yeterli kabiliyet ve imkanları var mı? Bu süreçleri analiz ettikten sonra eğer 4 bölgede birden yer almaları gerekiyorsa, ortaklık ilişkileri kurarak bu bölgelere hızlı şekilde yapılanmalıdırlar. Bunu yapabilen firmamız çok değil ama zamanla vizyonlarını bu şekilde değiştirecek olurlarsa bölgeselleşme sürecine uyum sağlayabileceklerini düşünüyorum.
Çinli üreticilerin ve tüketicilerin sürdürülebilirlik konusundaki duyarlılıklarının nasıl olduğunu düşünüyorsunuz? Çin’in küresel iklim değişikliğini ele alma biçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çinli üreticiler son yıllarda gerek Merkezi Hükümet, gerekse Yerel Yönetimler tarafından çevre kirliliği konusunda alınan sıkı kurallara uymak zorunda. Bu kapsamda çevresel konularda duyarlı olmayan üreticiler bile çevreye duyarlı politikaların gerekliklerini yerine getiriyorlar. Hatta bu kapsamda çevreye zararlı binlerce fabrikanın kapatıldığını ve önemli bir kısmının da Çin dışına taşındığını biliyoruz. Buna ilave olarak dünyada olduğu gibi yeni trend, çevre ve toplum duyarlılığı. Çinli üreticilerin de bu yeni trendin dışında kalmaları pazarlama stratejisi olarak da uygun olmadığı için çevresel duyarlılıkları üst düzeyde olmak zorunda. Eğer bu sıkı kurallar ve yeni trendler bu denli etkili olmasaydı geçmişte olduğu gibi Çinli firmalar büyümenin kolay yolu olarak çevreye zarar veren, düşük yatırımın yeterli olduğu emek yoğun işlerini artırarak devam ettirebilirlerdi. Lakin dediğim gibi Çin’deki kanunlar ve ticari trendler üreticiler için sürdürülebilirlik konusunda duyarlılığı zorunlu kılmaktadır. Tüketiciler içinse gözlemlerim kuşak farklılığı olduğu yönünde. Y ve Z jenerasyonu Çinli tüketicilerin duyarlılıklarının 40 yaş üzeri tüketicilerden fazla olduğunu gözlemliyorum Y ve Z kuşağı bugün Çin’deki temel tüketici grubuna dönüşmüş durumda olması da Çin’de faaliyet gösteren tüm marka ve ürünlere bir şekilde sirayet ediyor.
Peki, Çin’in bu sürdürülebilirlik politikalarının diğer ülkeler üzerindeki etkileri nelerdir?
Yukarıda belirttiğim gibi tüm dünyada trend artık çevreci ve topluma duyarlı üretim yapmak. Çin de bu trendi takip ediyor. Çin’deki bu politikaların en önemli çıktısı yenilenebilir enerji bağlamında yaptığı yatırımlardır. Şu anda dünyada yenilenebilir enerjinin bu kadar ucuz olmasında Çin’deki üretim kapasitesinin çok büyük etkisi var. Çin, yenilenebilir enerjilere yaptığı yatırımlarla dünyada çok büyük bir kapasite oluşturdu ve yenilenebilir enerjinin birçok karbon kaynağından daha ucuz olmasına katkı sağladı. Bu hususun da diğer ülkelerin enerji kompozisyonunun dönüşümüne olumlu yönde katkı sağladığını düşünüyorum.
Çin gibi büyük ve rekabeti zor bir pazara girmek özellikle KOBİ’ler için zorlu olabilir. Bu firmaların Çin pazarına erişimini kolaylaştırmak ve desteklemek için hangi finansal ve teknik destek mekanizmaları oluşturulabilir?
Öncelikle finansal destek konusundan başlamak isterim. Çin pazarı bence firmaların finansal destekle var olmasını sağlayabileceğiniz bir pazar değil. Pazarda rekabet o kadar yoğun ki, kendi imkanlarıyla pazarda yer alamayan bir ürünün ya da firmanın herhangi bir finansal destekle pazarda tutunabilmesi çok zor. Çin vereceğiniz her türlü finansal desteği yutacak kadar büyük ve zor bir pazar. Verilecek finansal desteklerim bir firmanın ya da ürünün başarısızlığını telafi edemeyeceğini düşünüyorum. Bu bağlamda, kurumlarımız tarafından Çin pazarında faaliyet gösteren firmalara verilecek finansal desteklerin Çin pazarındaki marjinal etkisinin sınırlı olacağı kanaatindeyim. Yani bir ürün Çin pazarında başarılıysa başarılıdır, başarısızsa onu başarılı kılabilecek finansal miktarlar çok yüksek olduğu için destek vererek firmayı Çin pazarında ayakta tutmak sürdürülebilir bir strateji değildir.
Bence Çin’de firmalarımızın ihtiyacı olan şey teknik destek. Teknik olarak da Çin’deki Müşavirliklerimiz firmalarımızı her konuda bilgilendirmekte ve bu konuda düzenli olarak destek sunmaktadırlar. Ancak işin ilginç tarafı, birçok firmamızın Çin pazarında teknik desteğe ihtiyaç duyduklarının bilincinde olmamasıdır. Çin uzun yıllar Batı dünyasıyla yaptığı ticaret sonucunda Batı Teknik Standartlarını yakalamış hatta bazı konularda Batı ülkelerinden daha sıkı teknik kuralları uygulama konumuna gelmiştir. Çin pazarında yer alacak firmalarımız, bu pazara bugün girmiyor olsalar bile gelecek yıllarda önlerine çıkacak fırsatları değerlendirmek adına Çin pazarına ilişkin teknik gerekliliklerden hangisine ihtiyaç duyduklarını şimdiden analiz edip eksikliklerini tamamlamalıdırlar. Örnek vermek gerekirse, kozmetik sektöründe yer alan firmalarımız hala ürünlerinin Çin NMPA kurumunda kaydedilmesi gerektiği hususunda bilgi sahibi değiller. Pazarda kendilerine talep geldiğinde ise teknik yeterlilikleri olmadığı için pazara girememektedirler. Çin’de teknik yeterliklerin kazanılması kimi durumlarda yıllar alan bir süreçtir. Bu yüzden Çin pazarında ilerde karşılarına çıkacak fırsatları kaçırmamak adına, bugüne hazırlık yapmak isteyen firmalarımız ürünlerine ilişkin belgelerin tescil süreçlerini başlatmalıdırlar. Bu tip teknik konulara ilişkin olarak Ticaret Bakanlığımızın destekleri mevcut olup masrafların çoğu zaten Bakanlığımızca karşılanmaktadır. Firmalarımız bu noktada erken hareket etmelidirler. Diğer bir örnek ise 3C ismiyle bilinen ve bazı sanayi ürünlerinin Çin pazarına girişinde sahip olması gereken zorunlu belgedir. Dünyanın en gelişmiş ürününü üretip en gelişmiş ülkelere de satsanız dahi Çin pazarına girişte Çinli kurumlar tarafından tescil veya onay almamış ürünlerin pazara girişinin mümkün olmadığını bilmelisiniz. Bu bağlamda, şu anda Çin’de herhangi bir varlığı olmayan firmalarımız dahi ürünleri için –eğer almaları gerekiyorsa- 3C belgesini alarak hazırlık yapmalıdırlar. Diğer bir örnek de marka kaydı konusudur. Firmalarımız Çin pazarında yer almasalar bile markalarını Çin’de kaydettirmelidirler. Çin’de kaydedilmemiş markaların Çin pazarına girişi neredeyse mümkün değildir.
Özetle, Çin pazarında yer almak için finansal desteklerin marjinal faydasının çok düşük olacağını, teknik destek sistemlerinin ise hali hazırda mevcut olduğunu fakat firmalarımızın bu teknik destek mekanizmalarından yeteri kadar faydalanmadığını düşünüyorum.
Çin’in Türkiye’ye yaptığı yatırımlar hangi sektörlerde yoğunlaşıyor ve bu yatırımların Türkiye ekonomisine etkileri neler?
Çinli firmaların Türkiye’deki yatırımları son dönemde artmakla birlikte yine de bu yatırımların Çinli firmaların diğer AB ülkelerinde yaptığı yatırıma kıyasla düşük olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çinli firmaların yatırımlarının ağırlık olarak madencilik ve telekomünikasyon sektörlerinde olduğunu görüyoruz. Son dönemde duyurulan BYD yatırımı ise uzun yıllardır beklenen Çinli oto firmalarının ilk yatırımı olarak öne çıkmaktadır. Çinli firmalar son dönemde AB ve ABD pazarına girmekte yaşadıkları zorlukları, o bölgelere yaptıkları yatırımlarla aşma yoluna gitmektedirler. Buna en güzel örnek Çinli elektrik araç üreticilerinin Meksika’daki yatırımlarıdır. Buna ilaveten Çinli elektrik araç ve makine sektöründeki firmaların Macaristan ve Almanya’ya yatırımları da bu kapsamda verilecek örneklerdendir. Bu noktada Türkiye, Çinli firmaların AB bölgesindeki üretimleri için en uygun yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Önümüzdeki on yıl içinde Çinli firmaların Avrupa Birliği yapılanmasının devam edeceğini düşünürsek, kısa vadede ne kadar çok Çinli firmayı yatırım için ülkemize çekersek o kadar çok faydalı olacağını düşünüyorum.
Çinli firmalarının ülkemize yatırımlarının etkisi ne olabilir? İstihdam ve ihracat ilk akla gelenler ama bence bundan daha değerlisi Çinli firmalarla ülkemiz firmalarının kuracağı ortaklıklardır. Firmalarımız, Çinli firmalarla ortaklıklarını geliştirerek geleceğe daha kolay hazırlanabilirler. Çinli firmalarla kuracakları ortak girişimler sayesinde ülkemize sermaye ve teknoloji getirecek yerli firmalarımız bu süreçten karlı çıkacaktır.
Danışmanlık sektöründe trendlerin ve müşteri beklentilerini nasıl değişeceğini düşünüyorsunuz?
Firmalar nasıl üretimlerinin bir kısmını alt yüklenicilere devrederek daha çevik bir yapıya dönüştürmüşse, rutin işlerini de danışmanlık kurumlarına devrederek operasyonlarını daha aktif hale getirmiş bulunuyorlar. Bu kapsamda firmalar, önce üretimlerini fasonlaştırdılar, sonrasında kimi yönetim fonksiyonlarını da devrederek yönetim fonksiyonlarını daha verimli hale getirdiler. Bence bundan sonraki süreçte ise firmaların, fikir üretme fonksiyonlarını da devrederek, danışmanlık firmalarından kendileri için düşünmelerini ve geleceklerini onlar adına dizayn etmelerini talep edeceklerini öngörüyorum. Bu süreç sonunda ana firmaların tüm bu fonksiyonların tek merkezden koordine edildiği finans kuruluşlarına dönüşeceklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu çok uzun dönemde öngördüğüm husus. Bu kapsamda Danışmanlık firmalarına önümüzdeki dönemde çok daha fazla görev düşeceğini düşünüyorum.
Sorunuzun cevabını özetlemek gerekirse, bugün firmalar danışmanlık firmalarından sorun çözmelerini talep ediyorlar ama uzun vadede ise birçok asli fonksiyonlarını yerine getirmelerini talep edecekler.
Günümüzün trendi dijitalleşme. Dijitalleşmenin danışmanlık sektöründeki rolü giderek artıyor, siz de belirttiniz. Bu değişimlerin sektördeki profesyonellere ve çalışanlara ne gibi yeni yetkinlikler kazandırması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Yetkinlikler kazandıracağı muhakkak ama çalışanların bir kısmının da işini elinden alacak. Sonuçta bizden daha hızlı düşünen, daha hızlı karar veren ‘’yapay zekâ’’ gibi bir süreçle karşı karşıyayız. Yapay zekâ çözümleri şu anda zaten birçok yönetim sürecinde kullanılıyor. Bundan sonraki süreçte yönetim danışmanlığı kapsamında insan etkisinin daha az olacağını ama bu süreçleri koordine edebilecek yetenekli insanların öne çıkacağını düşünüyorum.
Çin’de yaşamak ve çalışmak size ne gibi farklı bakış açıları kazandırdı? Kültürel farklılıklar iş yapma tarzını nasıl etkiledi ve adaptasyon sürecini nasıl yönettiniz?
Farklı bir kültürü öğrenmek her zaman güzel bir deneyim. 2008 yılında temel Çince eğitimi için, 2010-2012 yılları arasında yüksek lisans için, 2019-2023 yılları arasında da Ticaret Müşavir göreviyle Çin’de yaşadım. Her 3 dönemde de farklı bir Çin ile karşılaştım. Benim için Çin deneyimi, Çin’in çok hızlı şekilde değiştiği bir döneme denk gelmesi dolayısıyla öğretici oldu. Adaptasyonda hiçbir sorun yaşamadım.
Çin’de neler öğrendiğimi maddeler halinde sıralamak gerekirse, gerçi bunun üzerine bir kitap bile yazılabilir, en temel 8-10 tane husustan bahsetmek istiyorum:
- Çinliler Uzak Doğu’da iletişime en açık topluluk. Çekingen olmak için zaman yok ve her şey hızlı şekilde akıyor. İletişim kurmaktan çekinmemek gerek. Sosyal ilişkilerinizde nezaket sınırlarını zorlamamak kaydıyla agresif olmak gerekir. İletişimeyen insan ne yazık ki mesafe alamaz.
- Çin bir grup toplumu. Arkadaşlar, aile ve çevre çok önemli. Bunlara dikkat etmek, sosyal ve ticari hayatta mesafe almanıza yardımcı olur. Arkadaş çevrenizi geniş tutmanız her zaman sizin için iyidir. Çince’de ‘’Guanxi’’ diye belirtilen kişisel ilişkiler konusuna çok dikkat edin.
- Rekabet Çin’deki yabancılar için olduğu kadar Çinliler için de geçerli bir durum. Rekabette geride kaldıysanız bu sizin sorununuz. Ancak bu rekabet toplumsal harmoniyi bozmamalı. Rekabetin de bir sınırı var.
- Çinliler kimi durumlarda hayır diyemeyecek kadar nazik olabilirler. Hayır sözcüğünü duymadan hayır cevabını algılamayı öğrenmek gerek.
- Ekonomik olarak sürdürülebilir olmayan şeylerin toplumsal maliyetlerle sürdürülebilir kılınamayacağını öğrendim. Çin’in nüfusu ve kişi başına düşen kaynağın sınırlılığı, kaybedenlerin mücadele edemeyeceği kadar katı yaşam kuralları getiriyor. Ayakta tutulacağını düşündüğünüz şeylerin değil, ayakta kalacak şeylerin peşinde gitmekte fayda var. Günün sonunda Deng Xioping’in dediği gibi “Fareyi yakalayan kedi, iyi kedidir.” Değer üretmeyen süreçler yok olmaya mahkumdur.
- Kimi zaman ne yaptığınız kadar nasıl yaptığınız da çok önemli. Birçok ticari sürecin kişisel nedenlerle bittiğine şahit oldum. Dolayısıyla sürecin sonuna çok odaklanmayın, yolun sonuna bir şekilde varılacaktır. Önemli olan süreci ihmal etmeden sonuca odaklanmak.
- Çok karmaşık sorunların çok basit çözümleri olabilir. “Bunu önceden kim, neden düşünmemiş?” diye fikir yürütüp kendinize ket vurmayın. Belki de o işi düşünen ilk kişi gerçekten sizsiniz. Fikriniz varsa hemen icraata geçirin. Çin’de birçok firma bu şekilde kurulmuş olup bu girişimcilerin ekonomiye katkısı çok büyüktür.
- İyi bir iş yapıyorsanız para kazanmak işten bile değil. İyi bir işiniz ya da fikriniz varsa para kazanmaya odaklanmayın, riskleri yönetmeye odaklanın. Küçük bir hata, özellikle Çin’de, yılların emeğini bir anda heba edebilir.
- Kimseyle işiniz düştüğü için irtibata geçmeyin. İrtibatınız olan kişilerle işiniz olsun.
İş hayatında başarı ulaşmak isteyen genç profesyonellere veya girişimcilere hangi tavsiyelerde bulunursunuz?
Bu konuda söyleyecek çok şey olmakla ve beraber kısıtlı zamanımızı düşünerek tek öneride bulunmak istiyorum. Üniversite okuduğum dönemde, doksanlı yıllarda, mikro iktisatın uzun dönem dengesine hiç ulaşılamayacağını düşünülürdü. Çünkü uzun dönem dengesi ancak bilginin tam akışkan olmasıyla mümkün olabilirdi ancak bilginin tam akışkan olması ise mevcut teknolojilerle mümkün olamazdı.
Ancak 2000’li yıllardan sonra internet hızla yayılınca, bilginin tam akışkan olduğu bir geleceğin kapıları aralandı. Gördüğüm birçok genç profesyonel ve girişimci değer üretmeden, başkalarının ürettiği değeri bölge ve zaman arasında transfer ederek ticari hayatlarına devam ediyorlar, yani aracılık yapıyorlar. Ancak bilginin akışkan olmasıyla beraber artık aracılık faaliyetlerinin giderek önemini yitireceğini ve değer üretenlerin kimseye ihtiyaç olmadan ürettikleri değeri kullanıcılara transfer edecekleri bir döneme girdiğimiz herkesin malumu.
Bu manada genç arkadaşlarımıza; herhangi bir şeyin mülkiyet hakkına sahip olmak konusunda aceleci davranmalarını öneriyorum. Bu elle tutulmayan telif hakkı, marka, patent vb. bir fikri mülkiyet hakkı olabilir ya da elle tutulan arsa, fabrika, üretim tesisi gibi bir mülkiyet hakkı olabilir. Ama fikri ya da fiziki mülkiyet hakkına sahip olmayan kişilerin ekonomik sistemde varlıklarının giderek azalacağını öngörüyorum.
Bu husustaki en güzel örneklerden biri son dönemde ortaya çıkan ve üreticiyi tüketiciyle aracısız buluşturan kimi uygulamalar. Bu uygulamalar kısa sürede çok popüler oldular. Aracıları devreden çıkarıp üreticiyle tüketicileri doğrudan buluşturan bu uygulamalar birden bire Amazon ve benzeri birçok platformdaki aracılara ekonomik olarak büyük darbe vurdu. Bu noktada genç arkadaşlarımıza değer transfer eden değil, değer üreten bir mülkiyet hakkını elde etmek için çaba sarf etmelerini öneriyorum.